26 Nisan 2010 Pazartesi

“cehennem nişanı”nda beş sandaldık. güzel bir ocak akşamı. hava lodos. denize kırmızı rengin türlüsü yayılmış. çok kaynamış ıhlamur rengindeki hayvan, geniş, ölü dalgalar. sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor.
otuz sekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayalara yedi rengin en koyusu girer mi şimdi. sinağrit baba döner mi avdan. pırıl pırıl, eleğim sağma rengi fularıyla ağır ağır, muhteşem, bir ilkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kimbilir. altuni, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş acele mi ediyordur.
sinağrit baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. onun kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir. sinağrit baba ne oltalar koparmıştır.
bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü. daha her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtında iken; dahi eti mayoneze gelirken bitirmeli bu ömrü. sonra hesapta bir gün pis bir “vatos”un bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın dişine bir tarafını kaptırmak var. iyisi mi muhteşem bir sofraya kurmalı bu zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla, suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir kıllı mahluka (yaratığa) kendisini teslim etmeli.
sinağrit baba oltalardan birini kokladı. bu balıkçı hristo’dur; kusurlu adam. gözü açtır onun. içinden pazarlıklıdır. evet, o fıkaradır ama kibirli değildir. sinağrit baba fukaralıkta gururu sever, öteki oltaya geçti. kokladı. bu balıkçı “hasan”dır. geç. cart curt etmesine bakma! korkaktır. sinağrit baba cesur insanlardan hoşlanır. bir başka oltaya baş vurdu. balıkçı yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. ama kıskançtır. kıskançları sevmez sinağrit baba. geç. şu olta, hasisin tuttuğu olta. sinağrit baba cömertten hoşlanır. ama bu oltaya bir baş vurmağa değer. bir baş vurdu. hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. sinağrit baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. hasis oltasını hızla topladı.
“vay anasını be nikoli,” dedi, “iğneyi dümdüz etti.”
nikoli’nin oltasının yemini kuyruğiyle sarsmakta olan sinağrit baba, nikoli’nin bir kusurunu arıyordu. onda kusur mu yoktu. evvela sarhoştu. sonra ahlaksızdı, kendini düşünürdü ama, cesurdu, cömertti, hiç kıskanç değildi. fukara idi. kibirli idi de. sinağrit baba kibirli fukarayı severdi ama, nikoli’nin kibrini beğenmiyordu. insan oğlunda o başka bir şey, gurura benzeyen şey, yerinde bir gurur, o da değil, insan oğlunun insanlığından, ta saçının dibinden oltasını tutuşundan beliren, isteyerek olmayan, ama pek istemeyerek de gelmeyen bir gurur isterdi. öyle bir elin oltasını düzleyemez, misinasını kesemez, bedenini fırdöndüsünden alıp gidemezdi.
beş sandalın beşini de kokladı, beğenmedi.
sinağrit baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert alem içinde hafifçe yakamozlaşan oltalarla, cıvalı zokalardan aydınlanan saray meydanı seyrediyordu. oltalar gitgide çoğalıyordu. sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan on beş tane fener vardı. ötede kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. gözleri büyümüş bir halde yukarıya çıkarlarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarı ki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. sinağrit babaya büyüyen gözleriyle “bizi kurtar şu lanetlemeden,” der gibi bakıyorlardı. sinağrit baba düşünüyordu. gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. ama hiçbirini kurtaramıyor, hareketsiz duruyordu. sinağrit baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama, bildiği bir şey daha vardı. o da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat aleminde olsun bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydalı olabilirdi. yoksa, gidip sinağrit baba oltayı kesmiş, biraz sonra sinağrit baba tutulduğu zaman kim kesecek? kim akıl edecek yakamozu dişlemeği?...
o sırada büyük büyük ışıklar saçan bir olta aşağıya inmişti. sinağrit baba ümitle koştu. bu oltayı da kokladı. hiç tanıdığı birisi değildi. yemi ağzına aldığı zaman bu olta sahibinin tam aradığı adam olduğunu bir an sandı. bu anda da yakalandı. kepçeden sandala düştüğü zaman sinağrit baba büyük gözleriyle kendisini yakalayana sevinçle baktı. sinağrit baba etrafı kırmızı, içi aydınlık siyah gözleriyle bir daha baktı. birdenbire ürperdi. hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövdü. belki bizim bile bilmediğimiz bir işaret görmüştü kendisini tutan oltanın sahibinde : bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti. ömrü boyunca cesur, cömert, sinağrit babanın adamın ne korkunç bir iki yüzlü köpek olduğunu bizim görmediğimiz bir yerinden anlayıvermişti. bütün devirler ve seneler boyunca kendisini tutan oltanın sahibi ne cesaretini, ne cömertliğini, ne gururunu bir tecrübeye, bir imtihana tabi tutturmamış, her devirde talihli yaver gitmiş birisi idi. kimdi, ne idi: sinağrit baba da bilemezdi. ama, belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın şu ana kadar bir defa bile imtihana sokulmadığını anlamıştı. belki de sonuna kadar bu imtihandan kurtulacaktı. sinağrit baba böylesine hiç rastlamamıştı. ölmeden evvel adama bir daha baktı. namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnında okuyordu. bu adam, o kadar talihli idi ki daha, iki yüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. yoksa sinağrit baba yakalanır mıydı: sinağrit baba hırsından tekrar tepindi. bağırmak ister gibi ağzını açtı. kapadı.. sinağrit baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi

1 Nisan 2010 Perşembe

bir türkü:
"Hallelujah"

Well I heard there was a secret chord
that David played and it pleased the Lord
But you don't really care for music, do ya?
Well it goes like this :
The fourth, the fifth, the minor fall and the major lift
The baffled king composing Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

Well your faith was strong but you needed proof
You saw her bathing on the roof
Her beauty and the moonlight overthrew ya
And she tied you to her kitchen chair
She broke your throne and she cut your hair
And from your lips she drew the Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

(Yeah but) Baby I've been here before
I've seen this room and I've walked this floor, (You know)
I used to live alone before I knew ya
And I've seen your flag on the marble arch
and love is not a victory march
It's a cold and it's a broken Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

Well there was a time when you let me know
What's really going on below
But now you never show that to me do ya
But remember when I moved in you
And the holy dove was moving too
And every breath we drew was Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah

Hallelujah...

[Instrumental]

Maybe there's a God above
But all I've ever learned from love
Was how to shoot somebody who outdrew ya
And it's not a cry that you hear at night
It's not somebody who's seen the light
It's a cold and it's a broken Hallelujah