24 Ağustos 2010 Salı

fark

farklı olmann ilk koşulu normal olduğunu sanmaktır, hangi deli deli olduğunu kabul eder ki..... İkincisi tarihinde bir farklılık olmalıdır, fiziksel, ailesel tercihen travmatik. Bu kadar basit aslında...
Sonra....Sonra işler değişmeye başlar, nesnelere insanların verdiği anlamı vermemeye başlarsın mesela: İki elemanla tanışırsın,italyan, atlamış 1980 kusur vespalarına gezmeye gelmişler, sana bakarlar ve klasik zengin piçi bu gülümsemesini atarlar elinde son rutuş olarak zippo çakmağı görünce oysa bilmezler o kırık bir bıçak dövmesidir, kırık ucu kalbimde, zaten kırık bıçak dövmesinin de ne anlama geldiğini de bilmezler, o bıçağın imgeyi kullananın karakterinden dolayı yarım kalacağını da....
Ya da altında ki bilmem kaç liralık alete bakıp gözleri parıldar, oysa o bir ağdiyattır sınıra yapılacak bir yolculuk için, tüm kasların iflas edinceye kafanda ki sesler susuncaya kadar, bir dua ben bitiremedim sen bitir diye......

Bir başka şey daha ortaya çıkar zaman içinde, korku: Diğer insanların korktuğu şeyler kişiyi etkilemez ama onların hiç aldırmadığı şeyler korkunun iliklerine kadar işlemesine neden olur. İnsanlar böbürlendiğini sanır, sen sadece anlamaya çalışırsın...nafiledir ve yine de farklı olduğunu düşünmezsin.
İnsanlar senin farklı olduğunu düşünür oysa sen sadece dürst olmaya çalışırsın ki bu zor iştir, sadece yalan söylememeyi gerektirdiği için değil, insan farkında olmadan kendine de yalan söyleyebildiği ve bunu yapmamak için kendi içine en bakılmaması gereken yerlere bile bakman gerektiği için.

26 Nisan 2010 Pazartesi

“cehennem nişanı”nda beş sandaldık. güzel bir ocak akşamı. hava lodos. denize kırmızı rengin türlüsü yayılmış. çok kaynamış ıhlamur rengindeki hayvan, geniş, ölü dalgalar. sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor.
otuz sekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayalara yedi rengin en koyusu girer mi şimdi. sinağrit baba döner mi avdan. pırıl pırıl, eleğim sağma rengi fularıyla ağır ağır, muhteşem, bir ilkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kimbilir. altuni, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş acele mi ediyordur.
sinağrit baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. onun kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir. sinağrit baba ne oltalar koparmıştır.
bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü. daha her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtında iken; dahi eti mayoneze gelirken bitirmeli bu ömrü. sonra hesapta bir gün pis bir “vatos”un bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın dişine bir tarafını kaptırmak var. iyisi mi muhteşem bir sofraya kurmalı bu zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla, suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir kıllı mahluka (yaratığa) kendisini teslim etmeli.
sinağrit baba oltalardan birini kokladı. bu balıkçı hristo’dur; kusurlu adam. gözü açtır onun. içinden pazarlıklıdır. evet, o fıkaradır ama kibirli değildir. sinağrit baba fukaralıkta gururu sever, öteki oltaya geçti. kokladı. bu balıkçı “hasan”dır. geç. cart curt etmesine bakma! korkaktır. sinağrit baba cesur insanlardan hoşlanır. bir başka oltaya baş vurdu. balıkçı yakup iyidir, hoştur, sevimlidir, edepsizdir, külhanidir. ama kıskançtır. kıskançları sevmez sinağrit baba. geç. şu olta, hasisin tuttuğu olta. sinağrit baba cömertten hoşlanır. ama bu oltaya bir baş vurmağa değer. bir baş vurdu. hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti. sinağrit baba iğneden kopardığı yarım kolyozu çiğnemeden yuttu. hasis oltasını hızla topladı.
“vay anasını be nikoli,” dedi, “iğneyi dümdüz etti.”
nikoli’nin oltasının yemini kuyruğiyle sarsmakta olan sinağrit baba, nikoli’nin bir kusurunu arıyordu. onda kusur mu yoktu. evvela sarhoştu. sonra ahlaksızdı, kendini düşünürdü ama, cesurdu, cömertti, hiç kıskanç değildi. fukara idi. kibirli idi de. sinağrit baba kibirli fukarayı severdi ama, nikoli’nin kibrini beğenmiyordu. insan oğlunda o başka bir şey, gurura benzeyen şey, yerinde bir gurur, o da değil, insan oğlunun insanlığından, ta saçının dibinden oltasını tutuşundan beliren, isteyerek olmayan, ama pek istemeyerek de gelmeyen bir gurur isterdi. öyle bir elin oltasını düzleyemez, misinasını kesemez, bedenini fırdöndüsünden alıp gidemezdi.
beş sandalın beşini de kokladı, beğenmedi.
sinağrit baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert alem içinde hafifçe yakamozlaşan oltalarla, cıvalı zokalardan aydınlanan saray meydanı seyrediyordu. oltalar gitgide çoğalıyordu. sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan on beş tane fener vardı. ötede kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. gözleri büyümüş bir halde yukarıya çıkarlarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarı ki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. sinağrit babaya büyüyen gözleriyle “bizi kurtar şu lanetlemeden,” der gibi bakıyorlardı. sinağrit baba düşünüyordu. gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. ama hiçbirini kurtaramıyor, hareketsiz duruyordu. sinağrit baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama, bildiği bir şey daha vardı. o da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat aleminde olsun bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydalı olabilirdi. yoksa, gidip sinağrit baba oltayı kesmiş, biraz sonra sinağrit baba tutulduğu zaman kim kesecek? kim akıl edecek yakamozu dişlemeği?...
o sırada büyük büyük ışıklar saçan bir olta aşağıya inmişti. sinağrit baba ümitle koştu. bu oltayı da kokladı. hiç tanıdığı birisi değildi. yemi ağzına aldığı zaman bu olta sahibinin tam aradığı adam olduğunu bir an sandı. bu anda da yakalandı. kepçeden sandala düştüğü zaman sinağrit baba büyük gözleriyle kendisini yakalayana sevinçle baktı. sinağrit baba etrafı kırmızı, içi aydınlık siyah gözleriyle bir daha baktı. birdenbire ürperdi. hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövdü. belki bizim bile bilmediğimiz bir işaret görmüştü kendisini tutan oltanın sahibinde : bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti. ömrü boyunca cesur, cömert, sinağrit babanın adamın ne korkunç bir iki yüzlü köpek olduğunu bizim görmediğimiz bir yerinden anlayıvermişti. bütün devirler ve seneler boyunca kendisini tutan oltanın sahibi ne cesaretini, ne cömertliğini, ne gururunu bir tecrübeye, bir imtihana tabi tutturmamış, her devirde talihli yaver gitmiş birisi idi. kimdi, ne idi: sinağrit baba da bilemezdi. ama, belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın şu ana kadar bir defa bile imtihana sokulmadığını anlamıştı. belki de sonuna kadar bu imtihandan kurtulacaktı. sinağrit baba böylesine hiç rastlamamıştı. ölmeden evvel adama bir daha baktı. namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnında okuyordu. bu adam, o kadar talihli idi ki daha, iki yüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. yoksa sinağrit baba yakalanır mıydı: sinağrit baba hırsından tekrar tepindi. bağırmak ister gibi ağzını açtı. kapadı.. sinağrit baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi

1 Nisan 2010 Perşembe

bir türkü:
"Hallelujah"

Well I heard there was a secret chord
that David played and it pleased the Lord
But you don't really care for music, do ya?
Well it goes like this :
The fourth, the fifth, the minor fall and the major lift
The baffled king composing Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

Well your faith was strong but you needed proof
You saw her bathing on the roof
Her beauty and the moonlight overthrew ya
And she tied you to her kitchen chair
She broke your throne and she cut your hair
And from your lips she drew the Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

(Yeah but) Baby I've been here before
I've seen this room and I've walked this floor, (You know)
I used to live alone before I knew ya
And I've seen your flag on the marble arch
and love is not a victory march
It's a cold and it's a broken Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah Hallelujah...

Well there was a time when you let me know
What's really going on below
But now you never show that to me do ya
But remember when I moved in you
And the holy dove was moving too
And every breath we drew was Hallelujah

Hallelujah Hallelujah Hallelujah

Hallelujah...

[Instrumental]

Maybe there's a God above
But all I've ever learned from love
Was how to shoot somebody who outdrew ya
And it's not a cry that you hear at night
It's not somebody who's seen the light
It's a cold and it's a broken Hallelujah

4 Mart 2010 Perşembe

Aşk şeriati
1. kural:
yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak ,utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. yok eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şevkat anlıyorsan sende bu vasıflar bolca mevcut demektir.

2. kural:
hak yolu'nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. kılavuzun daima yüreğin olsun, omzunun üstündeki kafan değil. nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.

3. kural:
kur’an dört seviyede okunabilir. ilk seviye zahiri manadır. sonraki batıni mana. üçüncü batini'nin batınisidir. dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural:
kainatta her zerrede allah'ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü o camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. allah'ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. kim o'nu bulursa, sonsuza dek o'nda kalır.

5. kural:
aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. akıl temkinlidir. korka korka atar adımlarını. "aman sakın kendini" diye tembihler. halbuki aşk öyle mi? onun tek dediği: "bırak kendini, ko gitsin!" akıl kolay kolay yıkılmaz. aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. ne varsa harap bir kalpte var.

6. kural:
şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. sen sen ol, kelimelere fazla takılma. aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. aşık dilsiz olur.

7. kural:
şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikat'i keşfedemezsin. kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural:
başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. bütün kapılar kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. sen şu anda görmesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. sufi, dilediği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural:
sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. sabır nedir? dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural:
ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural:
ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. senden yepyeni ve taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12. kural:
aşk bir seferdir. bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural:
şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. tutup ona hayran olmaya değil.

14. kural:
hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. "düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural:
allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler

16. kural:
kusursuzdur ya allah, onu sevmek kolaydır. zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, yaradan'dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilinebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural:
esas kirlilik, dışta değil, kisvede değil kalpte olur. onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural:
tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. ve unutma ki nefsini bilen rabbini bilir. başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mukafat olarak yaradan'ı tanır.

19. kural:
başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. yakında gül yollayacak demektir.

20. kural:
yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural:
hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. şayet allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, hak'ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural:
hakiki allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural:
yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. aşırılıklardan uzak dur. sufi ne ifrattadır ne tefritte. sufi daima orta yerde...

24. kural:
madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. insan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural:
cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. ikisi de şu an burada mevcut. ne zaman birini çıkarsanız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak: nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural:
kainat yekvücut, tek varlıktır. her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. unutma ki dünyanın öte ucundaki tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural:
şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. öyleyse kim senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. senin gönlün değişirse, dünya değişir.

28. kural:
geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. sufi daima şu an'ın hakikatini yaşar.

29. kural:
kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. bu sebepten, 'ne yapalım kaderimiz böyle' deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural:
hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. sufi kusur görmez, kusur örter.

31. kural:
hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural:
aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin. kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. bilhassa putlardan uzak dur, dost. ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

33. kural:
bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen bir hiç ol. menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

34. kural:
hakk'a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. tam tersine böyle bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. teslim olan insan, çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar.

35. kural:
şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. mümin içindeki münkirle tanışmalı, tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. insan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural:
hileden, desiseden endişe etme. eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, tanrı da onlara tuzak kuruyordur. çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. bu sistem karşılıklar esasına göre işler. ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. o'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. sen sadece buna inan!

37. kural:
tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. o kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

38. kural:
'yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?' diye sormak için hiçbir zaman geç değil. kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. her an her nefeste yenilenmeli. yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural:
noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. bu dünyadan giden her hırsız için yeni bir hırsız daha doğar. ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde... hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı kalmaz.
ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural:
aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! ayrımlar ayrımları doğurur. aşk'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. başlı başına bir dünyadır aşk. ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Sana Sesleniyorum

Evet, sana sesleniyorum ana sınıfı öğretmenim. Birgün sans eseri yolda karşılaşsak, son görüştüğüzden bu yana büyümeyen kafamdan şüphelenip beni tanısan, oturur bu konuyu tartışırdık ama o günü beklemiyeceğim. 6 yaşındaki çoçuklara gökyüzünde kaç yıldız vardır sorusunu ev ödev olarak vermek ilk aklına geldiğinde eminim çok hoşuna gitmiş, akşam evde eşine konuyu şuh kahkahalar eşliğinde açmiş, aklını alıcam kerizlerin bile demişsindir. Hayır ben hala "21" cevabımın arkasındayım, ya en azından utanmıyorum işte. Öyle tembel gibi, camdan bakmamış, şöyle bi tur da atmıştım. İleri Susam Sokağı sayma tekniklerini ustalıkla kullanmış, 19 sayısını bulmuştum, yine de işimi sağlamak almak için 21 demiştim. Ne olurdu biraz da sen alttan alsan?

7 Temmuz 2009 Salı

Global futbol anlayışı 0-0-0

aceto da 4-4-3 ün oyun kurucusu haberi ile medyanın kafasının fena halde karıştığına gönderme yapmıştı. Sonra pclion da rijkaard'ın 4-4-3 ü ile vatan gazetesinin rezilliğini ortaya sermişti. Medyanın bu kafa karışlığı her yere sıçramış durumda. Hıncal da 4-4-3 e bir 10 numaranın şart olduğundan dem vuruyor. 4-3-3 e bir 10 numara lazımsa kalecisiz çıkma pahasına takımı 4-4-3 dizmek gerekir. Bu kadar kafası karışan medyaya eğitim şart. Tabii bu durumda Güvenspor'un 10 maçta 107 gol yemesine rağmen global futbola kazandırdığı 0-0-0 da unutmamak lazım.


28 Haziran 2009 Pazar

Whatt !! Kaşheeii


Amerikalı her yerde amerikalı..
Her zaman derim bizim bu koray işi biliyor diye;
staj kağıdına kaseletmek zorunda olan koray,
ibm'e bu istediğini ilettiğinde başlıktaki tepkiyi alacağını biliyordu.
Al işte bu video bir kanıt değil mi buna?
Ahh amerika acı vatan, harcar adamı.
Yoksa boşuna elinin tersi ile itmedi bu firsatı,
firsat dediğim lafın gelişi daha kaşeleri var mı yok mu belli değil
Sen en doğrusunu yaptın dostum